17 Eylül 2012 Pazartesi

Tanrı...


Gecenin 3'ünde yaptığım bir konuşma beni bu yazıyı yazmaya mecbur hissettirdi sevgili okur. Yeni tanıştığım birine Tanrı kavramından bahsetmek üzereydim ki kendimi frenledim. Normalde bunu yapmazdım biliyorsun sevgili okur. Ama artık bu sorumluluğu almak istemiyorum. Bunun yerine düşüncemi buraya karalayacağım; okuyup düşünmeyi de sana bırakacağım.
  Tanrı; kavram olarak, her şeyin yaratıcısı olarak geçer. Her şey kavramı içerik olarak o kadar geniş ki... Dur şimdi, düşüncelere dalmanın sırası değil... Ben sana çok farklı bir şeyden bahsedeceğim sevgili okur; sana Tanrı'nın kim olduğunu söyleyeceğim. Ama bak; bir konuda anlaşalım, ön yargıyla yaklaşmak yok, tamam mı? Ya da istersen sadece yazının son cümlesini oku; seni ilgilendiren sadece orası da olabilir...
  Sevgili okur; şimdi söyleyeceklerim seni çok rahatsız edecek. Benden nefret etmene, hatta beni lanetlemene sebep olabilir. Ama önceki anlaşmamıza güvenerek açık konuşacağım; Tanrı Benim!
  Yani, aslında sadece ben değilim; sen de Tanrı'sın.
  Kafan karıştı değil mi? O zaman baştan başlıyorum...
  İnsanlar düşünme yeteneği kazandığı andan itibaren korunma ve tapınma ihtiyacı duymaya başladılar. İlk olarak insan, doğaya tapmaya başladı tahmin edebileceğin gibi. Nasıl yani dersen; her şey bir şimşeğin bir ağaca isabet etmesiyle başladı. Ateşi ilk defa gören insan oğlu elini yakan bu yanar döner şeyden korkmaya ve saygı duymaya başladı. Ama yağmur ateşin bütün ihtişamını yerle bir etti. Sonucunda suyun ateşten güçlü olduğu kanaatine vardılar ve suya tapmaya başladılar. Ama bu da uzun sürmedi; toprak ana suyu içine çekti. İnsanlar neye uğradıklarını şaşırdılar. Toprak o en çok güvendikleri varlığı yok etmişti. Demek ki toprak en güçlüydü. Ama ne yazık ki bu da uzun sürmedi; rüzgar toprağı savurdu attı uzaklara.
 Arka arkaya hayal kırıklıkları yaşayan insan evladı; artık bu saçmalığa bir dur demesi gerektiğini anladı. Bütün bu dünyevi şeylerden daha üstün bir şey olmak zorundaydı. Onları koruyup kollayabilecek; gerektiğinde onlar için karar verebilecek, kendileri savunamadıklarında haklarını savunacak bir şey. Bu ne olabilirdi?
 Uzun süre düşündüler ve sonunda bir karar vardılar. Hiç bir şeyin zarar veremeyeceği, göremeyeceği, duyamayacağı ama; her şeyi bilen, her şeyi yapmaya gücü olan bir varlık olmalıydı. Yoksa bu kadar şey nasıl ortaya çıkmış olabilirdi? 
  Farkında mısın sevgili okur? Bütün mesele ihtiyaçlar aslında; sığınma, güvenme, korunma ihtiyacı. Tanrı kavramı bu ihtiyaçlara bir çözüm olarak ortaya çıktı. Ve kusura bakma sevgili okur ama, Tanrı'yı biz yarattık. Daha doğrusu bizden öncekiler yarattı, biz de sorgusuz sualsiz inandık. Çünkü ihtiyacımız vardı. Sonra öyle bir benimsedik ki bu düşünceyi, kendi yarattığımız şeyin kölesi olduk.
  Dünya tarihine bakarsan; bütün büyük güçleri, tanrıları, kralları, insanların yarattığını görebilirsin sevgili okur. Biliyorum, senin için kabullenmek pek kolay değil. Ama biraz düşünmeyi dene; senden başka Tanrı'ya inanan ve bunu belirten bir canlı var mı? ( Ezan okunduğunda havlayan köpekler normal zamanda da havlıyor; bu bir kriter değil...) Normal olarak, senden başka Tanrı varlığından bahseden bir canlı çeşidi yok. Neden? Çünkü Tanrı senin - en büyük- eserin. Bu yüzden ( kabullenmek istemesen de) Tanrı aslında sensin sevgili okur. Ve Tanrı'nın varlığının kanıtı da sensin. Çünkü Tanrı'nın mimarı sensin. Başka bir kanıt aramana gerek yok. 
  Tanrı vardır sevgili okur... Ve evrendeki en güçlü, kurşun işlemez, yıldırılamaz, kandırılamaz, yok edilemez şeydir Tanrı; yani düşüncedir...

12 Eylül 2012 Çarşamba

Kemal Atatürk


Jack Huberman'ın " Ateist Aforizmalar" kitabından alıntıdır;

Kemal Atatürk ( Mustafa Kemal Paşa, 1881 - 1938), Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, ilk cumhurbaşkanı, amansız bir çağdaşlaştırıcı ve laikleştiricisi. İslam'ı devlet dini olmaktan çıkarmış, Arap alfabesini Latin harfleriyle değiştirmiş, Arapça verilen dini eğitimin yerine, Türkçe eğitim veren okulların açılmasını sağlamış, herkese oy hakkı tanımış ( evet, kadınlara da) ve en önemlisi, erkeklerin fes giymeyi bırakarak Avrupa stili şapkalar takmaya başlamasını zorunlu kılarak, Türkiye'yi olabilecek en uç noktaya dek çağdaşlaştırmıştır. " Atatürk'ün din hakkında söylediği olumlu şeylerden biri de, askerlerinin cennete gideceğini düşündükleri için ölmeye razı olduklarıdır."

 " Egemenliğini sürdürmek için dine ihtiyaç duyanlar zayıftır. Bu tıpkı halkı bir tuzağa düşürmeye benzer. Benim halkım demokrasinin ilkelerini , hakikatin prensiplerini ve ilmin öğretilerini benimseyecektir. Hurafeler tek tek yok edilmelidir."