3 Şubat 2013 Pazar

Zamanı gelmişti...

  Yine koca bir ara verdim yazmaya... Bakmayın içim dolmadığından değil; cesaret edemediğimden. Son zamanlarda ciddi bir durgunluk dönemi yaşıyorum sevgili okur. Aklım başka yerlerde. Tam olarak nerede olduğunu söyleyemem; mütevazı okuyucularımın hoşuna gitmez.Ama merak etmeyin, kazasız belasız çıktım oradan. Benden tavsiye sevgili okur, korunmayı unutma. Hayır, sadece 'sex'den bahsetmiyorum. Yaşadığın her şeyde korunmalısın. Başına gelecekleri önceden tahmin etmeli ve kendini hazırlamalısın. Neden mi bahsediyorum? Dur anlatayım hemen...
  Yazdan bu yana saçma bir dönemdeyim sevgili okur; yukarda bahsetim ya... İşte o dönemin sonuna geldim. Kendim olmaya ara verdiğim bir dönemdi bu.
  İnsan ne zaman kendi olmaktan vaz geçer sevgili okur? Bi kendine sor; sonra bana cevap ver... Ben sordum bunu kendime. Cevabımı da buldum; başkası için yaşamaya karar verdiğinde kendin olmaktan vaz geçersin. Onun istediği gibi olmaya çabalarken yavaş yavaş kendin olmayı bırakırsın. Yani bende olan şey bu genelde. Çünkü sevgili okur, ben amaçsız kılımı kıpırdatmam. Yaşamam için bir amaca tutunmam lazım. En basiti burası, yazmalıyım. Yazmam için yaşamam lazım; yaşamam için yazmam...
  Kendimi yabancı bir rüzgara bıraktım sevgili okur. Hayır şiirsel olmaya çalışmıyorum, cidden hiç alışık olmadığım bir hayata teslim ettim kendimi. Biraz Don Kişot'çuluk oynayasım geldi diyebilirim. Ama yel değirmeni beni alt etti ve beni olmam gereken yere, kendi benliğime postaladı.
  Sana yalan söyleyemem sevgili okur, Don Kişot'çuluk oynarken çok eğlendim. Hatta hiç bitmesin istedim diyebilirim. Ama ne yazık ki, kendimi kandırdığımın da her saniyesinde farkındaydım. Yel değirmeninin bana ne zaman vuracağını bekliyordum sadece. Ve bunun olması için 4 adım ileri gitmem yeterli oldu. Tutamadım kendimi sevgili okur, oraya gittim ve tekmemi yedim... Çünkü ben kendimi tutamam; sınırlarım yoktur. Her şeyi öğrenmek ve yaşamak isterim. Sonunu fazla düşünmem. Filmde dediği gibi " Biz prensip olarak düşünmüyoruz." Ben de prensip olarak düşünmüyorum sevgili okur, oluruna bırakıyorum. Zaman nasıl olsa istediğini alıyor. Karşı koymak boşa enerji israfı...
  Çok uzatmayayım sevgili okur, sıkılmanı istemem. Geri dönmüş olabilirim. Her an kaçabilirim de. Özlersen öpücük at. Hadi görüşürüz...

15 Ocak 2013 Salı

- Seni seviyorum. - Wallaha mı??

Geçen haftalarda bir şeyi fark ettim; çağdaşlarım 'Aşk' ve 'Sevgi' kavramlarını karıştırıyorlar. Nasıl yani mi?
Önce tanımlardan başlayalım isterseniz. Aşkın tanımını yapalım mı? Peki; aşk, çoğunlukla karşı cinsten duygusal ve fiziksel olarak hoşlanmanın sonucu olarak karşımıza çıkar. Günün çoğunu o'nu düşünerek geçirirsiniz. O'nun yanında olmak, hatta -bazı kişileri- sadece o'nu düşünmek bile heyacanlandırır. Söylentiye göre, gözün o'ndan başkasını görmez. Bir noktadan sonra işin içine cinsel arzulama da karışır ( Aşkın en sevdiğim bölümü bu :D ).
Aşkın genel tanımı sanırım yaklaşık olarak böyle. İşin kimyasına girmeyeceğim çünkü çok iyi bilmiyorum.
Ancak, 'Aşk'ın pis bir tarafı vardır; karşılık bulamadığı zaman azalır. Zaten karşılıksız aşk denen şey 'Aşk' değildir, sadece hoşlanmaya verilen farklı bir isimdir.
Aşk, karşılıklı yaşanmalıdır. Yani aşık kimse, kendisine aşık olunmasını ister.
TEKRAR EDİYORUM, AŞK KARŞILIK BEKLER!!!
Hayır, sinirlenmedim, sadece yazının kilit noktasını vurgulamaya çalışıyorum :)
Tamam; aşktan çok bahsettik, peki 'Sevgi' de ne oluyor?
Bana ne kadar katılırsınız bilmiyorum ama, Sevgi, bir canlının ya da bir varlığın sadece 'var olmasına' karşı beslenen bir duygudur. Yine bir "nasıl yani?" duyuyorum sanırım; hemen örneksel açıklamaya geçeyim.
En basitten başlıyorum, anne - babasını sevmeyen, en nefret ettiği anda bile ona sevgi beslemeyen var mı aranızda? Peki anne-babanızın her an yanında olmak istiyor musunuz? Ya da gününüzün çoğunu onları düşünerek geçiriyor musunuz? Biraz daha ileri gidersek, onlardan cinsel bi beklentiniz var mı?? ( Bu yargılama sorusu değil, karşılaştırma sorusudur. Çok abartmayın)
Olaya başka bi açıdan bakalım, Dostlarınız, arkadaşlarınız vardır elbet. Çok açık söyleyeceğim, onları sevmek için, sevgilinizden beklediğiniz kadar çok şey bekler misiniz? Ya da onları sevmek için, onlardan herhangi bir şey bekler misiniz? Arkadaşınız sizi duygusal olarak doyurmak zorunda değildir. Sadece ara sıra ikinizin de hoşlandığı şeyleri yapmak, arkadaşınızı sevmek için yeterlidir. Tabi, arkadaşlık ve dostluk durumlarında istisnalar olabilir. Ayrıca arkadaşlık ve dostluk olguları birer duygu değil, ilişki durumudur; kütfen karıştırmayın. Ama bu başka bi konu...( Söz bunu beğenirseniz, o konu üzerine de yazıcam :) )
Şimdi bazıları " Ama benim arkadaşlarım hep aklımda. O nasıl olacak?" diyeceklerdir. Şöyle ki, günlük planlarınızı yaparken sevgiliniz dışında birilerini düşünmeniz, onlara aşık olduğunuzu göstermez. Bu mecburi bir düşünme durumudur ve genelde sevgilisi olmayanların başına gelir ( nerden mi biliyorum??? ).
Başka bir boyuta daha geçelim, sanırım bu kısım demek istediğimi daha iyi anlatacaktır.
Alışverişe çıktınız ya da dolaşıyorsunuz, ne bileyim... Birden çok güzel bi ayakkabı gördünüz ve aldınız.
Şimdi bu ayakkabıya yoğunlaşalım, ayakkabınıza bir şey olmasını istemezsiniz. Zarar görmesin, hep sizin olsun. Ama onun size karşı aynı düşünceleri beslemesini beklemezsiniz ( bekleyeniniz varsa, tanıdığım çok iyi psikolog arkadaşlarım var; ciddiyim!). Ama onu sevmeye devam edersiniz. Çünkü o sizindir ve size verebileceği tek şey ayağınızı korumak ve ayağınızda şık durmaktır.
Demek istediğimi anladınız mı? Aşk, duygusal ve fiziksel bazda hoşlandığınız birine duyabileceğiniz, karşılık bekleyerek beslediğiniz bir duygudur. Sevgiyi ise, karşılıksız beslersiniz. Onun, sizi sevip sevmemesi önemli değildir; sizin onu seviyor olmanız size yeter. Hem, sevgi çok çeşitlidir; aile sevgisi, arkadaş-dost sevgisi, eşya sevgisi, sevgili sevgisi...
Nereye varmaya çalışıyorsun derseniz, beni rahatsız eden bir şey var, aşk yaşayan arkadaşlarım, ya birbirlerine ' Seni seviyorum' demekte çok acele ediyorlar, ya da sevgililerinin kendileri için bu cümleyi kurmamasından şikâyetçiler. Yahu, iyi de, beslediğin duygunun sevgi olduğuna nasıl hüküm verebiliyorsun? Yani o kişi sana karşılık vermese, aynı duyguyu beslemeye devam edebileceğine emin misin? Ya da karşındakinin, seni sevmeden, bunu sana ilan etmesini ne kadar doğru buluyorsun?
Bu yüzden, sakin olun arkadaşlar, 'Seni seviyorum' çok değerli ve güçlü bir cümledir, ve öyle sandığınız ve filmlerde gördüğünüz gibi, her yerde ve her kişiye bolca sunabileceğiniz bir cümle değildir. Bunu yaparak, kullandığınız cümlenin değerini ve anlamını düşüyorsunuz.
Yapmayın, etmeyin, bu duyguyu bu kadar basite indirgemeyin.
Duygularınızdan her zaman emin olabilmeniz dileğiyle...


(Not: Eski bir yazımdır kendisi. Buraya koymadığımı fark ettim canım sıkıldı. Paylaştım. İyi de yaptım. Ohhh!!)